yorgan

hafıza biriktirme çabası

Cumartesi, Temmuz 14, 2007

Algı Kapıları (2)

# Teşbihte hata bal gibi de olur. Bu genelde, ağızdan çıkanı kulağın duymamasından, söylediklerinin hangi bağlamda temellendiğinden ya da neyi ima ettiğinden habersiz olmakdan kaynaklanır.
# Huxley de sürekli batı merkezci dünya algısı ve normal tanımları üzerinden konuşuyor. Örneğin, günlük bilinç düzeyi "eski" dünya ise, bilinç dışı "yeni" dünya yahut Avusturalya'dır diyor. At ve köpek normal hayvanlar, kanguru ve zürafa ilginç hayvanlardır diyor. Benzetmeleri hem bu bağlamda.
# Oysa düşündüm de, "Amerika'nın keşfi" yanlış bir ifade. "Amerika'nın Avrupalılar, yahut İspanyollar vs. tarafınan keşfi/fark edilmesi" denmesi daha doğru. Ve bu serüvenin parçası olmamış bir kültürün mirasçısı olduğumu iddia eden eğitim sistemim bana olayları İnkaların Azteklerin gözünden değil de işgalcilerin gözünden anlatıyor. (Tarihi belge eksikliği sebeplerden biridir herhalde.)
# Bu durumun günümüzdeki bir benzeri de, Irak'ın işgalinin bize kitle iletişim araçlarıyla hep "yeni" Amerikalıların gözünden aktarılması. ABD askerlerine yapılan her saldırı ana haber bültenlerinde duyurluyor ama ABD askerlerinin yaptıkları saldırıların zaiyatları haber değeri taşımıyor.
# Keza niye zürafa anormalmiş arkadaşım? "Benim habitatım normaldir, seninki ilginçtir" zihniyetinden kurtulun artık. Platipus'un stupid design teorisine örnek olduğu esprisi de bu zihniyetin nüvelerini taşıyor biraz. Niye gündelik hayatın rasyonel ilişkiler ağına dahil olma imkanı veren gündelik bilinç Avrupa coğrafyasıyla temsil edilirken, bastırılmış olan, bilinç dışı olan, sürprizler içeren bilinç "otantik" Avusturalya ile temsil ediliyor. Bence burada bir sakatlık var.

# Huxley, kitabın birinci bölümünde tüm sanat eserlerini, hayatta kalmamızda hiçbir katkısı olmadığı için gündelik algımızın içermediği "öyle oluş"ları hissedebilmeye muktedir sanatkarların deneyimlerini sembollerle ifadesine indirgeyişi gibi ikinci bölümde de tüm aşkın deneyimleri kan dolaşımındaki karbondioksit oranın artışına indirgiyor. Çileci aç kalıyor metobolizmanın dengesi bozuluyor hayal görmeye başlıyor, aczimendi vücudunda yaralar açıyor, iltihaplanınca kana karışan zehirler nedeniyle hayal görüyor, yogacı, ommm'cu nefes alış verişini düzenleyeren kanındaki CO2'yi arttırıyor, hayal görüyor vs. Tüm kendinden geçişleri böylesi bir fizyolojik temel üzerinden anlatmaya çalışıyor.
# Tamam evet, her aşkın deneyimin bir de fizyolojik altyapısı vardır, çünkü tüm deneyimlerimiz biyokimyasal etkileşimler içerir. Ama sadece onlardan ibaret değildirler. Bunların hepsini tek bir motivasyon ve fiziksel mekanizmayla açıklamak yanlış bir indirgemeciliktir. Öyle ki, Huxley aldığı yüz gram meskalin ile insanlık tarihinin tüm mistik, aşkın, irrasyonel deneyimlerini/kültürlerini açıklayabiliyor.

# Son olarak kitaptan güzel bir alıntıyla bu bahsi kapatalım:
...sözcükleri şeylerin işaretleri olarak algılayacağına, şeyleri ve olayları İncil ve Aristo sözcükleri olarak algılayan bir teolojinin dişlerine rağmen atalarımız görece akıllı kaldılar.

Etiketler: ,

Perşembe, Temmuz 05, 2007

Yeniden Csound

# Csound'a 3 dönem önce Alpar Hoca'nin isteğiyle ciddi olarak başlamıştım. Bir dönem sonra Alpar Hoca Pd'yi keşfetti. Daha popüler ve daha iyi diye iki dönem de Pd'yle ilgilendim.
# Pd'ye ilk başladığımda real-time oluşuyla, yaptıklarının etkisini anında görmeni sağlamasıyla gönlümü kazandı. Ayrıca Pd'nin topluluğu daha aktif gibi. Dünya çapında daha çok kullanılıyor, çünkü sadece müzik/ses konusunda uzmanlaşmamış, enstalasyonlardan, muhtelif kontrol mekanizmalarına, görsel hazırlamaya kadar her işe yaradığı için bilgisayarı gerçek-zamanlı-çok-amaçlı-kontrol-sistemi olarak kullanmayı sağlıyor.
# Ama Pd'nin en büyük eksikliği kontrol bilgisini, bir kompozisyon ortamına yaraşır bir hassaslıkta ve sağlamlıkta girmeye yarayacak hazır bir düzeneğinin olmaması. Yani, [qlist] ile text dosyasından parametre okumasını sağlayabilirsin, ya da kastırıcı data structure'larını kullanabilirsin, ama bunlar çok amaçlılık altında kullanışsızlaşan öğeler.
# Bu yönleriyle Csound ve Pure Data birbirilerini tamamlıyorlar. Sonsuz parametrenin tam istendiği şekilde girilebildiği Csound'da sentezleme parametrelerinin gerçek-zamanlı değişimi programın ana mantığının dışında kalıyorken, tam olarak bu amaç üzerine inşa edilmiş PD'de de (özellikle Puckette versiyonunda) hem hazır nesne çeşitliliği az hem de PD algoritmik kontrol datası üretimi dışındaki metodlara elverişli değil.
# Tabii Csound'da kontrol bilgisini hazırlamak öyle kolay bir iş değil. Sonuçta score bir text dosyasından ibaret. Yani tek başına, command line'dan çağrılan bir komut olarak hiç de pratik bir program değil. Onu Pd karşısında üstün kılan bu yönünü işlevsel ve mümkün hale getiren Steven Yi'nin yazdığı Blue gibi kompozisyon ortamları. Yani Csound aslında score bilgisinin oluşturulması için başka yazılımlara ihtiyaç duyuyor.
# Blue'nun içinde microtonal pianoroll, Python ve Javascript yorumlayıcıları, tracker, line, sound, pattern gibi score oluşturucuları var ki ancak onların yardımıyla Csound "Notepad ile müzik yazmak" hissinin ötesine geçebiliyor. Hatta C gibi bir dille kendi algoritmik score üretecini bile hazırlayabiliyor ve onu Blue'dan çağırabiliyorsun. Şahane entegrasyon...
# Yanisi uzun zaman sonra tekrar Csound'a dönüp bakınca, bir çok ihtiyacımı giderebildiğini, daha önemlisi, bilgisayar müziğiyle ilgilenmem sonucu konuyla ilgili bir çok ihtiyacımın olduğunu göstermiş oldu. Bir yuvaya dönüş hissi yaşattı.

Pazartesi, Temmuz 02, 2007

Algı Kapıları

# Huxley'ciğimin "Algı Kapıları" kitabına başladım. Benzer içeriklerinden dolayı Castaneda'yla kıyas yapıyorum ister istemez. Castane'da ne kadar olayı yerinde, kültürü içerisinde öğrenmeye çalışıyorda, Huxley'de o kadar bağlamından kopuk, kendi çapında irdeliyor.
# Daha baştan Poyetl denen kaktüs'ünü kullanan yerlileri hor görüyor, bitkiyi kültüründen, geleneklerinden, törenlerinden koparan bir araştırma zihniyetine hizmet ediyor. Araştırmacılar kaktüsteki insanı etkileyen ana kimsayalın, meskalinin de analizini yapıyor, kaktüsü kültüründen ayırdığı gibi etkin maddeyi de kaktüsten ayırıyorlar ve analiz ederek laboratuarda sentetiğini üretebilir hale getiriyorlar. Bu derece yalıtımdan sonra ne anladım ben sizin araştırmanızdan. Fiziğin metodlarını farklı bağlamlarda görünce yadırgıyorum.
# Huxley, Bergson'un algıya dair bir hipotezinden bahsediyor. Aslında insanın duyuları bazı olguları tespit etmek için uzmanlaşmış organlar değiller. İnsanda Özgür Akıl denen bir unsur var ve bu evrenin herhangi bir noktasında olup biten her şeyi algılamaya muktedir. Amma velakin bu korkunç derece fazla olan enformasyon bombardımanı karşısında aklını koruyamaz. İşte duyu organlarının esas işlevi bu algınabilecek unsur yığınını filtrelemek, bilincin kavrayabileceği bir seviyeye indirmek.
# Bazı kişilerin doğuştan, bir takım borularla normal insanların algılayamadığı bazı yerlere erişimi olduğunu bu yeteneklerini sanatta vs. gösterebildiklerini de ekliyor. Bu fikir bayağı hoşuma gitti. Popüler bilimsel bir cehaletle bu fikir ve quantum non-locality arasında kendimce bir bağ bile kurdum.
# Huxley'i eleştirdiğim diğer nokta da sanata karşı olan indirgemeci tutumu. Bu başka algılara açılan kapılar fikrini o kadar beğenmiş ki tüm sanat eserlerini, bizim gündelik algıyla farkına varamadıklarımızı deneyimleyen sanatçının bunları (deneyimini telepatiyle aktaramayacağı için onu iletebileceği tek biçim olan) sembollere indirgeme, yani görsel vs. de olsa bir dil ile anlatma çabası olarak nitelendiriyor. Ve meskalin aldığında sanatçının sembole indirgenmiş rivayetine artık ihtiyacı kalmadığını, orjinalini deneyimlediğini söylüyor ki, çok yazık. Sonra artık Van Gogh'un "İskemle"sini demin kendi gözüyle zaten görmüş olduğuna dair beyanatlarda bulunuyor.

Etiketler: , ,

Pazar, Temmuz 01, 2007

Gnothi Seauton (Kendini Bil)

delphoi' ye, genellikle uzun bir yolculuk ve birçok badire sonrasında, geleceği üstüne tanrıya soru sormaya gelen bir hacı, tapınağın alınlık tablasına oyularak yazılmış şehrin şu mottosunu okurdu : "kendini bil". sanki şöyle diyorlardı : "geleceği bilmek mi istiyorsun? o halde kendini bil!" alay eder gibi görünen bu paradoksta yunanlılar, insanlığın en eski bulmacasının çözümünü, tüm sırların sırrını, özgür iradenin olup olmadığı üstüne bin yıllık sorunun yanıtını devşirmişlerdi. o dönemde, dünyanın tüm felsefeleri, önceden belirlenmiş ve kaçınılmaz bir gelecek bildiren ölümcül kehaneti mi, yoksa "homo faber", yani kendi yazgısını kendi biçimlendiren kişiye olan inancı mı izlemeli sorusu karşısında, iki arada sıkıntı içinde sallanarak kararsız kalmışlardı. yunanlılar delphoi' nin mottosunu, tüm sanatların en kutlusu ve bilimlerin en yücesi olan kehanet için yapılan tapınağın ön cephesine oyarak, iç ve dış dünya, yani durumlarla olaylar arasındaki gizli ilişkiyi sergilemişlerdi. bu keşiflerini, bize ulaştırmak üzere, şişeye konmuş bir mesaj gibi zaman okyanusuna bırakmışlardı. kendisini, yani kendi düşüncelerini, önyargılarını ve tutumlarını içeren özbenliğini bilen kişi, geleceğini de bilmektedir, çünkü her ne düşünürsek dünyayla bağlantılıdır; psikolojimiz kendi yazgımızdır. "düşünüş yazgıdır". apollon, insanın içinin bir aynası olan dünyanın simgesidir. dünya bizi yansıtır.


# "The School For Gods" kitabından bir alıntı. Demin Sözlük'te "kendini bil" başlığında denk geldim. Bunu okuyunca Matrix'teki Oracle ve Neo'nun konuşmaları ve Neo'nun choice sendromu daha anlaşılır gelmeye başladı.
# Bunca yıldır bu sözü duydum, tekrarladım böyle bir anlamı olduğunu ilk defa öğreniyorum. Bu alıntıyı görmeseydim de, mesajı şişesiyle beraber yanımdan geçip gidecekti.
# Keza Herakleitos'un da şöyle bir sözü varmış (131. fragman):
karakteriniz kaderinizdir