yorgan

hafıza biriktirme çabası

Cumartesi, Temmuz 14, 2007

Algı Kapıları (2)

# Teşbihte hata bal gibi de olur. Bu genelde, ağızdan çıkanı kulağın duymamasından, söylediklerinin hangi bağlamda temellendiğinden ya da neyi ima ettiğinden habersiz olmakdan kaynaklanır.
# Huxley de sürekli batı merkezci dünya algısı ve normal tanımları üzerinden konuşuyor. Örneğin, günlük bilinç düzeyi "eski" dünya ise, bilinç dışı "yeni" dünya yahut Avusturalya'dır diyor. At ve köpek normal hayvanlar, kanguru ve zürafa ilginç hayvanlardır diyor. Benzetmeleri hem bu bağlamda.
# Oysa düşündüm de, "Amerika'nın keşfi" yanlış bir ifade. "Amerika'nın Avrupalılar, yahut İspanyollar vs. tarafınan keşfi/fark edilmesi" denmesi daha doğru. Ve bu serüvenin parçası olmamış bir kültürün mirasçısı olduğumu iddia eden eğitim sistemim bana olayları İnkaların Azteklerin gözünden değil de işgalcilerin gözünden anlatıyor. (Tarihi belge eksikliği sebeplerden biridir herhalde.)
# Bu durumun günümüzdeki bir benzeri de, Irak'ın işgalinin bize kitle iletişim araçlarıyla hep "yeni" Amerikalıların gözünden aktarılması. ABD askerlerine yapılan her saldırı ana haber bültenlerinde duyurluyor ama ABD askerlerinin yaptıkları saldırıların zaiyatları haber değeri taşımıyor.
# Keza niye zürafa anormalmiş arkadaşım? "Benim habitatım normaldir, seninki ilginçtir" zihniyetinden kurtulun artık. Platipus'un stupid design teorisine örnek olduğu esprisi de bu zihniyetin nüvelerini taşıyor biraz. Niye gündelik hayatın rasyonel ilişkiler ağına dahil olma imkanı veren gündelik bilinç Avrupa coğrafyasıyla temsil edilirken, bastırılmış olan, bilinç dışı olan, sürprizler içeren bilinç "otantik" Avusturalya ile temsil ediliyor. Bence burada bir sakatlık var.

# Huxley, kitabın birinci bölümünde tüm sanat eserlerini, hayatta kalmamızda hiçbir katkısı olmadığı için gündelik algımızın içermediği "öyle oluş"ları hissedebilmeye muktedir sanatkarların deneyimlerini sembollerle ifadesine indirgeyişi gibi ikinci bölümde de tüm aşkın deneyimleri kan dolaşımındaki karbondioksit oranın artışına indirgiyor. Çileci aç kalıyor metobolizmanın dengesi bozuluyor hayal görmeye başlıyor, aczimendi vücudunda yaralar açıyor, iltihaplanınca kana karışan zehirler nedeniyle hayal görüyor, yogacı, ommm'cu nefes alış verişini düzenleyeren kanındaki CO2'yi arttırıyor, hayal görüyor vs. Tüm kendinden geçişleri böylesi bir fizyolojik temel üzerinden anlatmaya çalışıyor.
# Tamam evet, her aşkın deneyimin bir de fizyolojik altyapısı vardır, çünkü tüm deneyimlerimiz biyokimyasal etkileşimler içerir. Ama sadece onlardan ibaret değildirler. Bunların hepsini tek bir motivasyon ve fiziksel mekanizmayla açıklamak yanlış bir indirgemeciliktir. Öyle ki, Huxley aldığı yüz gram meskalin ile insanlık tarihinin tüm mistik, aşkın, irrasyonel deneyimlerini/kültürlerini açıklayabiliyor.

# Son olarak kitaptan güzel bir alıntıyla bu bahsi kapatalım:
...sözcükleri şeylerin işaretleri olarak algılayacağına, şeyleri ve olayları İncil ve Aristo sözcükleri olarak algılayan bir teolojinin dişlerine rağmen atalarımız görece akıllı kaldılar.

Etiketler: ,

Perşembe, Temmuz 05, 2007

Yeniden Csound

# Csound'a 3 dönem önce Alpar Hoca'nin isteğiyle ciddi olarak başlamıştım. Bir dönem sonra Alpar Hoca Pd'yi keşfetti. Daha popüler ve daha iyi diye iki dönem de Pd'yle ilgilendim.
# Pd'ye ilk başladığımda real-time oluşuyla, yaptıklarının etkisini anında görmeni sağlamasıyla gönlümü kazandı. Ayrıca Pd'nin topluluğu daha aktif gibi. Dünya çapında daha çok kullanılıyor, çünkü sadece müzik/ses konusunda uzmanlaşmamış, enstalasyonlardan, muhtelif kontrol mekanizmalarına, görsel hazırlamaya kadar her işe yaradığı için bilgisayarı gerçek-zamanlı-çok-amaçlı-kontrol-sistemi olarak kullanmayı sağlıyor.
# Ama Pd'nin en büyük eksikliği kontrol bilgisini, bir kompozisyon ortamına yaraşır bir hassaslıkta ve sağlamlıkta girmeye yarayacak hazır bir düzeneğinin olmaması. Yani, [qlist] ile text dosyasından parametre okumasını sağlayabilirsin, ya da kastırıcı data structure'larını kullanabilirsin, ama bunlar çok amaçlılık altında kullanışsızlaşan öğeler.
# Bu yönleriyle Csound ve Pure Data birbirilerini tamamlıyorlar. Sonsuz parametrenin tam istendiği şekilde girilebildiği Csound'da sentezleme parametrelerinin gerçek-zamanlı değişimi programın ana mantığının dışında kalıyorken, tam olarak bu amaç üzerine inşa edilmiş PD'de de (özellikle Puckette versiyonunda) hem hazır nesne çeşitliliği az hem de PD algoritmik kontrol datası üretimi dışındaki metodlara elverişli değil.
# Tabii Csound'da kontrol bilgisini hazırlamak öyle kolay bir iş değil. Sonuçta score bir text dosyasından ibaret. Yani tek başına, command line'dan çağrılan bir komut olarak hiç de pratik bir program değil. Onu Pd karşısında üstün kılan bu yönünü işlevsel ve mümkün hale getiren Steven Yi'nin yazdığı Blue gibi kompozisyon ortamları. Yani Csound aslında score bilgisinin oluşturulması için başka yazılımlara ihtiyaç duyuyor.
# Blue'nun içinde microtonal pianoroll, Python ve Javascript yorumlayıcıları, tracker, line, sound, pattern gibi score oluşturucuları var ki ancak onların yardımıyla Csound "Notepad ile müzik yazmak" hissinin ötesine geçebiliyor. Hatta C gibi bir dille kendi algoritmik score üretecini bile hazırlayabiliyor ve onu Blue'dan çağırabiliyorsun. Şahane entegrasyon...
# Yanisi uzun zaman sonra tekrar Csound'a dönüp bakınca, bir çok ihtiyacımı giderebildiğini, daha önemlisi, bilgisayar müziğiyle ilgilenmem sonucu konuyla ilgili bir çok ihtiyacımın olduğunu göstermiş oldu. Bir yuvaya dönüş hissi yaşattı.

Pazartesi, Temmuz 02, 2007

Algı Kapıları

# Huxley'ciğimin "Algı Kapıları" kitabına başladım. Benzer içeriklerinden dolayı Castaneda'yla kıyas yapıyorum ister istemez. Castane'da ne kadar olayı yerinde, kültürü içerisinde öğrenmeye çalışıyorda, Huxley'de o kadar bağlamından kopuk, kendi çapında irdeliyor.
# Daha baştan Poyetl denen kaktüs'ünü kullanan yerlileri hor görüyor, bitkiyi kültüründen, geleneklerinden, törenlerinden koparan bir araştırma zihniyetine hizmet ediyor. Araştırmacılar kaktüsteki insanı etkileyen ana kimsayalın, meskalinin de analizini yapıyor, kaktüsü kültüründen ayırdığı gibi etkin maddeyi de kaktüsten ayırıyorlar ve analiz ederek laboratuarda sentetiğini üretebilir hale getiriyorlar. Bu derece yalıtımdan sonra ne anladım ben sizin araştırmanızdan. Fiziğin metodlarını farklı bağlamlarda görünce yadırgıyorum.
# Huxley, Bergson'un algıya dair bir hipotezinden bahsediyor. Aslında insanın duyuları bazı olguları tespit etmek için uzmanlaşmış organlar değiller. İnsanda Özgür Akıl denen bir unsur var ve bu evrenin herhangi bir noktasında olup biten her şeyi algılamaya muktedir. Amma velakin bu korkunç derece fazla olan enformasyon bombardımanı karşısında aklını koruyamaz. İşte duyu organlarının esas işlevi bu algınabilecek unsur yığınını filtrelemek, bilincin kavrayabileceği bir seviyeye indirmek.
# Bazı kişilerin doğuştan, bir takım borularla normal insanların algılayamadığı bazı yerlere erişimi olduğunu bu yeteneklerini sanatta vs. gösterebildiklerini de ekliyor. Bu fikir bayağı hoşuma gitti. Popüler bilimsel bir cehaletle bu fikir ve quantum non-locality arasında kendimce bir bağ bile kurdum.
# Huxley'i eleştirdiğim diğer nokta da sanata karşı olan indirgemeci tutumu. Bu başka algılara açılan kapılar fikrini o kadar beğenmiş ki tüm sanat eserlerini, bizim gündelik algıyla farkına varamadıklarımızı deneyimleyen sanatçının bunları (deneyimini telepatiyle aktaramayacağı için onu iletebileceği tek biçim olan) sembollere indirgeme, yani görsel vs. de olsa bir dil ile anlatma çabası olarak nitelendiriyor. Ve meskalin aldığında sanatçının sembole indirgenmiş rivayetine artık ihtiyacı kalmadığını, orjinalini deneyimlediğini söylüyor ki, çok yazık. Sonra artık Van Gogh'un "İskemle"sini demin kendi gözüyle zaten görmüş olduğuna dair beyanatlarda bulunuyor.

Etiketler: , ,

Pazar, Temmuz 01, 2007

Gnothi Seauton (Kendini Bil)

delphoi' ye, genellikle uzun bir yolculuk ve birçok badire sonrasında, geleceği üstüne tanrıya soru sormaya gelen bir hacı, tapınağın alınlık tablasına oyularak yazılmış şehrin şu mottosunu okurdu : "kendini bil". sanki şöyle diyorlardı : "geleceği bilmek mi istiyorsun? o halde kendini bil!" alay eder gibi görünen bu paradoksta yunanlılar, insanlığın en eski bulmacasının çözümünü, tüm sırların sırrını, özgür iradenin olup olmadığı üstüne bin yıllık sorunun yanıtını devşirmişlerdi. o dönemde, dünyanın tüm felsefeleri, önceden belirlenmiş ve kaçınılmaz bir gelecek bildiren ölümcül kehaneti mi, yoksa "homo faber", yani kendi yazgısını kendi biçimlendiren kişiye olan inancı mı izlemeli sorusu karşısında, iki arada sıkıntı içinde sallanarak kararsız kalmışlardı. yunanlılar delphoi' nin mottosunu, tüm sanatların en kutlusu ve bilimlerin en yücesi olan kehanet için yapılan tapınağın ön cephesine oyarak, iç ve dış dünya, yani durumlarla olaylar arasındaki gizli ilişkiyi sergilemişlerdi. bu keşiflerini, bize ulaştırmak üzere, şişeye konmuş bir mesaj gibi zaman okyanusuna bırakmışlardı. kendisini, yani kendi düşüncelerini, önyargılarını ve tutumlarını içeren özbenliğini bilen kişi, geleceğini de bilmektedir, çünkü her ne düşünürsek dünyayla bağlantılıdır; psikolojimiz kendi yazgımızdır. "düşünüş yazgıdır". apollon, insanın içinin bir aynası olan dünyanın simgesidir. dünya bizi yansıtır.


# "The School For Gods" kitabından bir alıntı. Demin Sözlük'te "kendini bil" başlığında denk geldim. Bunu okuyunca Matrix'teki Oracle ve Neo'nun konuşmaları ve Neo'nun choice sendromu daha anlaşılır gelmeye başladı.
# Bunca yıldır bu sözü duydum, tekrarladım böyle bir anlamı olduğunu ilk defa öğreniyorum. Bu alıntıyı görmeseydim de, mesajı şişesiyle beraber yanımdan geçip gidecekti.
# Keza Herakleitos'un da şöyle bir sözü varmış (131. fragman):
karakteriniz kaderinizdir

Cumartesi, Haziran 30, 2007

Bir Bilgisayar Müzisyeninin Endişesi

Sometimes, though, I wonder if today's most advanced, mind-blowing computer music will sound to future ears the way some of the over-wrought early DX7 stuff sounds to me now. The music from that era that seems to last is that which used the new sounds judiciously, as part of a sensitive mix.
# Bu Chuckk Hubbard'ın Csound mail listesinde dönenen, müzisyenlerin programlama bilgisine ihtiyacı konulu muhabbette söylediği bir sözdü. Ben de DX7 kullanılan parçaları dinlediğimde, artık o tonlar o kadar klişeleşmiş ve kafamda bir kategoriye girmişler ki, hemen "eski, olmamış deneyler" yaftasını yapıştırıveriyorum. Aydın Esen yahut Herbie Hancock'un FM algoritmasının kullanıldığı synth'lerle yaptıkları şarkılar, müzisyenlerin çalgıyı kullanma yeteneklerini ve beste güçlerini yansıtsalar da "ulan dinlemediniz mi şu kaydınızı, sesler dandik değil mi?" sorularının kafama üşüşmesini engelleyemiyorlar.
# Bu da beraberinde "peki ben bu FM tekniğini nasıl kullanabilirim?" sorusunu getiriyor. Neyse ki, işitme sistemim FM klişelerine karşı çok duyarlı da kendi üretimimimin dandikliğini anında tespit edebilir, üretimi durdurabilirim.
# Aphex Twin bu klişeleri, farklı bağlamlarda birleştirerek güzel eserler verebiliyor. Başar'ın da sevdiği Fingerbib mesela. Kullanılan enstrumanları yeniden tanımlamak, onlara özgün bağlamlar bulmak her zaman mümkün tabii. Ama bu ancak büyük müzisyenlerin altından kalkabileceği bir iş. Bakalım hanım Wikipedia'da Squarepusher ne söyler:
An instrument is always open to re-definition. Thus I encourage anybody remotely interested in making music to boldly investigate exactly what the rules are to which you, as a modern musician, are subject. Only thus can you have a hope in bending and ultimately rewriting them.

Timaios

# Ahmet'ten Platon'un Timaios diyaloğunu almıştım kaç zaman önce. Okul bitince okumaya başladım. Daha doğrusu yazın okunacak kitapları, ön yüz alanlarına göre üst üste dizdim, bir Cumhuriyet Dünya Klasiği olduğu için en üstte bu kitap kaldı.
# Biz şimdi bilgiye ulaşmada esas yol olarak, deneyle sınanan bilimsel araştırma metodunu bellediğimiz için kitapın içeriği günümüzde rahatlıkla safsata olarak algılanabilir. Oysa düşündüm ki, eğer bu paradigmanın içinde yetişmemiş olsaydım, o çağlarda doğmuş olsaydım ve evrendeki yerimi ve evrenin yerini anlamaya çalışarak nedenler peşinde koşsaydım bu kitabın yazarı gözümde gerçek bir peygamber değeri taşırdı.
# Platon önce, Devlet'te dediği üzere halka kendi kökenine dair gurur duyacağı bir hikaye anlatıyor. Atina halkının çökmek üzere olan Atlantis'ten gelen istilacılara karşı bilinen dünyayı nasıl cesurca koruduğunu anlatıyor. (Türk Tarih Kurumu da Orta Asya'dan göçen Türk'lerin hikayesini yazarken, Atatürk Güneş Dil teorisini ortaya atarken bu bir motivasyonla hareket etmiş olabilir.)
# Neysem, burayı çabuk geçiyor ve bir insanın, varlığa dair olası hemen her sorgulamasına bir yanıt içeren geniş kapsamlı bir açıklamaya girişiyor. Kozmolojiden, evrenin yaratımından başlıyor, "güneş sistemi"nden "atom"lara kadar iniyor, bilgiye ulaşmanın farklı metodlarını anlatıyor. Neden çevremiz gördüğümüz gibi, neden görüyoruz, nasıl görüyoruz? Öyle ki başımız neden yukarıda sorusuna bile bir yanıt var. Ontoloji, epistemoloji, etik, estetik hep içiçe.
# Okudukça Platon'un neden bu kadar önemli sayıldığını anlıyorum. Belli ki kendinden sonraki kuşaklara çok büyük etkisi olmuş. Evreni yaratışını anlattığı Tanrı Hristiyanlık'taki Kutsal Ruh'un kaynağı sanırım. Ayrıca canlı bir varlık olarak anlattığı evren de sunduğu şekliyle son derece tassavvufi bir yapıda. İslam alimleri de bu esere bolca başvurmuş olmalılar.
# Renklerin nedenini/nasılını anlattıktan sonra, bendeki korkunç Türkçe çevirisinde, şöyle diyor:
Öteki renklere gelince; onların da nasıl oluştuğu akla yakın bir biçimde açıklanabilir. Ama bu olayları deneyden geçirmeye kalkışmak, insanoğlunun özüyle Tanrı özü arasındaki ayırımı tanımamak olur. Gerçekten, birçok şeyi bir tek şey durumunda birleştirmek, sonra o bir tek şeyi bir çok şey durumunda dağıtmak, ancak Tanrı zekasın, Tanrı gücüne vergidir. İnsanoğlu bu iki işi ne şimdi gerçekleştirebilir, ne de gelecekte.
# Anladığım kadarıyla Platon deneyi dışlıyor, gereksiz ve yetersiz görüyor. Peki benim eğitimime kökünden düşman bu metinden bugün ne anlayabilirim? Heisenberg'in anılarında, bir çatı arasında bu çok ağır kitapla cebelleştiğini anlattığı bir bölüm okuduğumu hatırlıyorum. O da uğraştığına göre kesin bir hikmeti vardır.

Etiketler: ,

Çarşamba, Nisan 26, 2006

"What is Mathematics?" senin neyine...

# Dağılıyorum galiba. Saçılmalardayım.
# Sevinç de çok meşgul. Meşgul olmak iyi tabii, yeter ki telaş hissi paniğe ve karamsarlığa yol açmasın. Hayırlısıyla 2.3'lük bir ortalamayla mezun olsun, rahatlayalım. Dişin sıkılmasını gerektiren az bir vakit kaldı ne de olsa.
# Toplarlanmam ve odaklanmam lazım. Saçlarımı "çin" usulü topladım, üstüme de çift renk t-shirt giydim ya: işte kendimi tipiyle uğraşan, ama girip çıktığı derslerin içeriğiyle işi olmayan saçma biri gibi hissettim. Partial differential equations sınavından 15 almışım. Oysa sadece tanım bilgisi gerektiriyordu. Akışkanlar mekaniğine öyle girip çıkıyorum. Konudan bir şey anlamayan diğerlerinin tavırlarından da rahatsız oluyorum, onlarla aynı cehalet durumunda olmam durumu beterleştiriyor.
# Daha bunları (teorik yapıları anlamaktan daha kolay olması beklenen, pratik, problem çözme işlerini) yapamıyorum, bir de "What is Mathematics?" kitabını aldım kütüphaneden. Benim neyime matematik öğrenmek. Keman bir yerde, MIDI kablosu bir yerde, Pd bir yerde, Csound bir yerde, gitar yanımda, Blue'ya modül yazıyordum ne oldu? Nereden peyda oldu bu önemsemeyiş? Takılması, stres olunması abes olan işler var, evet, tamam, sınav neticelerini takmam, disipline, gelecek kaygısına dair başka şeyleri de takmam, iyi, ama önem verdiğim, hayatımın anlamıyla kenarından kıyısından ilgili olan mevzulara karşı duyarsızlığım rahatsızlık vermeye başladı.
# Bugün nasıl da geçti, şöyle şöyle imkanlarım vardı, böyle böyle boş geçirdim, sorgulamasına girmek istemiyorum. Olur arada, bunları irdeleyerek paralize olmamak lazım, evet, ama... Gençliğin kıymetini bilemeyiş var sanki. Bir şeyler öğrenebileceğim kaç vakit var ki önümde. Ölsem umurumda olmayacak gibi. Kendimi önemsememenin dozunu kaçırmışım galiba. Düzeltmeye gerek duymayacak kadar ileri gitmişim.
# Hayal kurmadan da vaktin geçebildiğini ilk defa görüyorum.
# Ağzımdan hayırlı bir laf çıkmayacak galiba. Yazmadıkça birikti tabii.
# Oysa, okuduğum HTR kitabından bahsetmek isterim: "Modern Türkiye'nin Oluşumu" İç karartıcı, anı değerlendirmede faideli olacak bir eser.
# Of, yatağa girmek, uyumak istemiyorum. Uykumun gelmesine üzülüyorum. Bari geceleri hiç uykum gelmese, bu sessizlikte, sabahın ve günün gürültü ve keşmekeşinde yapamadıklarımı yapabilsem. Ama ya motivasyon kaçmış oluyor, ya beyin sulanmış oluyor, uyku geliyor, b*k püsür...

Pazar, Mart 19, 2006

Ok Computer!

# Bilgisayar, kullanımında yoğun ihtiyat icap ettiren bir edevat. Yetiştirmen gereken bir işin için kullanmaktasın ama bir de bakmışsın sayfalar arasında sörftesin, hepsi de daha başka ilginç konulara/sayfalara linkler içeriyor. Daldan dala, heyecan verici yeni teknolojiler, programlama dilleri, ses üretim teknikleri... Bugün bu süreci analiz etmek istedim. Ama ne zaman dalıp gittiğini, irademin kaybolduğunu fark edemedim. Sürüklendiğimi sonradan fark ettim.

# Şöyle bir tablo elde ettim, bugünkü ilk dal-budağımda:

> dexigner yahoogroup
-> www.3dunya.com
--> www.highend3d.com
---> Pixologic Zbrush (http://pixologic.com/home/home.shtml)
----> E-Mule: download Zbrush

# Bu Zbrush, arabirim ve modellemeye bakış açılarından geleneksel paradigmalardan farklı bir program. ArtRage'de mesela boyalar canvas'ın üzerinde birikiyordu. Burada sürekli bir z bileşeni (ekrandan dışarıya doğru) var. Ayrıca 3D modeller, hamurdan yoğruluyormuş gibi oluşturuluyor vs.

# Başka bir dal-budak da beni Lemur'a ulaştırdı.

> Pure Data External Repository (http://pure-data.sourceforge.net)
-> Pd-extended (download 50 MB)
-> Pd-externals (download 2 MB)-> OpenSound Control Home Page (http://www.cnmat.berkeley.edu/OpenSoundControl/)
--> soda works (www.soda.co.uk)
--> http://www.cnmat.berkeley.edu/Research/NIME2003/NIME03_Wright.pdf
---> http://www.mat.ucsb.edu/~c.ramakr/illposed/javaosc.html
--> Kroonde Gamma: a 16-sensor, wireless UDP interface (http://www.cycling74.com/products/kroonde)
---> Sensors (http://www.la-kitchen.fr/kitchenlab/sensors.pdf)
--> Lemur (http://www.jazzmutant.com/) !!!

# PureData'ya başladım. Alpar Hoca'yla Puckette'in "Theory and Techniques of Electronic Music" kitabını okuyoruz. (Spring break'te beni Puckette'in yanına göndermek istedi. Yazışacaklarmış adamla. Meraklar içerisindeyim. Oraya gidince ne diyeceğim ki adama? Hiçim şu anda, Puckette'se Tanrı gibi bir şey. Putnam'da birinci olmuş, Pd'yi yazmış vs. (Aklımda bazı fikirler var ama çok soyutlar. Yani "şöyle bir şey olsa ne de güzel olur" ile atılacak, ufak da olsa, ilk somut adıma karar vermek arasında dağlar kadar fark var. "Orthogonal olmayan vector ve function space'ler acep ne işe yararlar?" mesela altından mühim işler çıkartabilecek bir soru. Ama işte uygulamaya dökmeden çok değersiz olur ve konu üzerinde düşünebilecek kadar matematik hakimiyetim bile yok. "Notaların hep bir bağlam içinde oluşları" da ok mühim bence. Basit controller'lı synth'lerin kulağa sıkan sesler üretmelerindeki ana etkenlerden biri bu. Notalar hep yalnız başına varolan sesler gibi. Oysa gitarda/kemanda bir notanın, bir melodi dizisi içinde mi geldiği, dizinin başında mı ortasında mı sonunda mı olduğu, akor içinde mi duyulduğu, mute'u, bend'i vs.'nin olup olmadığı, parçanın o anki coşkusu, dinamiği vs. bir sürü şey çok önemli. "Üretilecek tonlarda bu tınısal zenginliğe dikkat edilmeli mesela." diyorum ama işte iş uygulamaya gelince basitçe sinüzoidler toplamak yahut en basitinden FM sentezlemek dışında bir üreteç yapamadım henüz.)) Örnekler Pd'den verilmiş. Bayağı faydalı oldu. Csound'tan sonra biraz garip geldi, grafik arabirim, kablolar vs. çoğalınca kontrol kaybı hissi yaşadım. Sonuç itibariyle aynı işi yapıyorlar ama en başta üretim yolları çok farklı. İkinci bir araç olarak da Pd'yi kullanmaya karar verdim.

# Ya işte, bir anda elegeçiriveriyor bilgisayar beni. O yüzden aslında sürekli açık oluşundan endişe ediyorum bazen. Kapandığı zaman odada olunca ferahlıyorum. Her an mail kutuma, downloadlarıma bakmak vs. için başına oturabilir ve kalakalabilirim. MSN'i açmamak da yeterli bir önlem değil.
# Bunu bırakıp da en rahat yaptığım iş kitap okumak. "Robinson Crousoe"dan sonra "Don Quijote"a (Don Kişot değil efendi Don Kihote. Nasıl ki Poincare'yi Poinkeyr değil de Puankare okuyorsan bunu da doğru okuyuver) başladım. Ama o başka bir entry'nin konusu.
# Ama kitaba geçince de sonuçta bilgisayardaki işimi yapamamış oluyorum. Aklıma gelen çözüm yapılacak işi kafada iyice oturtmadan, tasarım işlerini kağıt üzerinde halletmeden bilgisayarın başına geçmemek. Evet, hiç bana göre değil. Hep böyle yapsaydım bugün OSC'yi (OpenSound Control), Lemur'u ve Zbrush'ı bilemezdim. ay aman öf.